Geçen gün gemide arkamda oturan iki adamın televizyonda Kemal Kılıçdaroğlu’nu görünce yaptıkları konuşmayı işittim:
“Bunun da ödü kopuyor Tayyip Kürt meselesini çözecek diye”
Halk basireti dedikleri şey sanırım tam böyle bir şey. Çok yakın bir geçmişe kadar değil “meselesi” Kürt kelimesinin kendisini bir kimlik olarak anmayacak insanlar artık bu meselenin çözülmesinin memlekete faydalı olacağını görebiliyorlar.
Basiret tam burada da değil. İnsanlar, politika denen şeyin iktidarın büyük bir sorunumuzu çözmekle elde edeceği prestiji muhalefetin istememesi demek olduğunu da kanıksayabiliyorlar. Beyaz Türkler bu yüzden kategorik olarak bir adım geri düşmüş durumdalar.
Bir kademe sonra “milli” denen şeylerin, ulusal çıkarların ve dahi her şeyin politik gelecek uğruna eğilip bükülebileceğini, bunun kaçınılmaz olduğunu da görecekler. Bence o zaman suçlunun politikada değil, bazı şeyleri değişmez, tartışılmaz şeyler kabul etmiş insanlarda olduğunu da anlayacaklar. O zaman kutsallıkların köküne kibrit suyu dökülmüş olacak. İnsanlar daha iyi yaşamak için kendilerine ne teklif ediliyor, ona bakacaklar belki..
Şehitlerimiz, vatanımız, bayrağımız palavralarını şimdilerde ulusalcı Beyaz Türklerin daha ateşle sıkmaya başladıklarını görmemiz bu yüzden işte. Önemli olan sorunun kendisi ya da çözülmesi değil, onu kimin yapacak olması bu insanların gözünde. Bu yüzden dünya görüşünü doğru belledikleri politikacı yarısını yapmış olsa onu tarihe geçmiş sayacak insanlar karşı kampta sandıkları politikacının başarılarını ihanet olarak görebiliyorlar. Ve bunu kendini ilerici olarak tanımlayan kesim yapıyor, dikkatinizi çekerim.
Sıkıcı olansa barışa ve huzura karşı şiddetin bir çözümmüş gibi anlatılabilmesi.. Bu nasıl bir kafasızlık, kendini bilmezlik.. Eline şarjörü dolu bir G3 verip koş ulan desen 1000 adım gidemeyecek yiğitler kandan baruttan kelleden dağdan tepeden bahsediyorlar. Atıp tutarken cömertçe sarf edebildikleri o kanın bir-iki ünitesi kendi damarlarından çıksa ayakta duramayacak insancıklar memleketin toprağının her bir karışından, santiminden, dağından taşından söz ediyorlar. Eline hortumu versen kuyu suyuyla sulamayı beceremeyecek adamlar, o toprakların kanla sulanması gibi fantastik hikayeler anlatıyorlar. Seride çalışan bir MG3’ün sesini duysa anneciğim diye bağıracak sivilce suratlar silahtan, öldürmekten, kök kazımaktan falan dem vuruyorlar. Tam sipere yatsa kıçı dağ gibi ortada kalacak hormonlu ofis çocukları Kandil’i almaktan falan söz ediyorlar. Bu memlekete ne faydaları dokunduğunu düşünüp düşünüp bir türlü bulamadığım kaç cins insan bir yerlerde oturmuşlar, o oturdukları yerden memleketi kimselere vermiyorlar.
Okumuşu, aydını, memleket görmüşü ekseri böyle olan bir ülkenin başbakanı,
“Artık silahlar değil, gönüller konuşsun, fikirler konuşsun… Ben bu işi çözmek için her bedeli öderim, zehir olsa içerim”
diyebiliyor. Bence yiğitlik işte tam burada… Garibanın çocuğunu dağda öldürmek/ öldürtmek, bu devam etsin diye alçakça konuşmak, 30 yıldır denenmiş şeyleri çözüm diye anlatmak yiğitlik değil… Olsa olsa korkaklık, tembellik aptallık ve şerefsizlik bu..
Böyle konuşan bir başbakanımız olduğu için gerçekten de şanslıyız. Şimdi teröristle anlaşma yapan haindir diye atıp tutan zavallılar da bu şansın nimetlerinden faydalanacak. Belki de çok güzel günler bizi bekliyor. Yiğitliğin kutsallık palavralarının arkasına saklanmak olmadığını gören, ben milliyetçiliğin her türlüsünü ayaklarımın altına aldım diyen bir başbakanımız olması bu ihtimali güçlendiriyor.
Ha, teröristle anlaşma yapılmaz, bunların kökünü kazıyacaksın diyen arkadaşları da toplasınlar, Şırnak’ın, Hakkari’nin uygun bir yerine bıraksınlar. Bu arkadaşların Kandil’e, ne Kandili-mumu ya, Basra Körfezi’ne kadar yolları var. Tayyip çözerse kaymağını yiyecekleri barışın alternatifi olarak, onlar da ortadoğuyu fethederlerse biz de onların zaferlerinin kaymağını yeriz. 🙂